Hitit Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Meral Demiryürek, Ukrayna izlenimlerini aktardığı yazısında bir akademisyenin gözüyle Kiev’i anlatıyor:
‘Her şey tanımadığım birinden bir elektronik posta gelmesiyle başladı. Yazan kişi Ukrayna’da bir sempozyum düzenleneceğinden bahsediyor ve davette bulunuyordu. O günlerde işlerin yoğunluğundan ve bazı tarih çakışmalarından dolayı katılamayacağımı Tudora Hanım’a ifade ettim. Evet, karşı taraftaki meslektaşımın adı Tudora Arnaut idi.
Kendisi Kiev Taras Şevçenko Millî Üniversitesinde çalışan bir doçentti. Cevap yazdıktan kısa bir süre sonra aklıma ansızın bir soru gelip takıldı: “Acaba Hitit Üniversitesi ile Taras Şevçenko Millî Üniversitesi arasında ikili iş birliği ve Mevlana anlaşmaları yapılamaz mıydı?”
Bu fikrime Tudora Hanım çok sıcak baktı ve sonrasında Rektörlerimize konuyu açtık.
Aldığımız olumlu cevaplar üzerine her iki üniversitenin ilgili ofisleri çalışmaya başladılar. Kısa sürede Çorum-Kiev hattında bir dostluk köprüsü kuruluverdi. Anlaşma imzalamak bazen kolay olsa da, asıl önemlisi bu anlaşmaları hayata geçirmek ve canlı
tutmaktır.
Nitekim Tudora Hanım ve Türkoloji Bölüm Başkanı İrina Hanım sayesinde Çorum’a Ukrayna’dan ilk öğrencilerimiz geldi. Çok memnun kaldık kendilerinden, hem başarılıydılar hem de davranışlarıyla bize hemen uyum sağlayıverdiler.
Sıra öğretim üyesi misafir etmeye gelmişti. Mevlana Programı çerçevesinde Doç. Dr. Tudora Arnaut 2015 yılının Mart ayında Çorum’a geldi ve Hitit Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencilerine ders verdi, ayrıca adına düzenlenen konferansa katılarak Gagauz Türkleri hakkında bizleri bilgilendirdi. Onun çalışkanlığı, içtenliği ve yardımları öyle bir algı oluşturdu ki bir kalite ölçüsü haline geldi. Sağ olsun, Kiev’e dönerken bizden bir söz alarak gitti ve bu sözü sık sık hatırlattı.
İşte Kiev’e gitmem ve Taras Şevçenko’da ders vermem bu sözün ardında durmamızla mümkün oldu. Şubat 2016’da başlayan yazışmalar türlü sebeplerden dolayı Kasım 2016’da neticelendi ve 5-12 Kasım 2016 tarihleri arasında Kiev Taras Şevçenko Millî Üniversitesi Filoloji Enstitüsüne bağlı Türkoloji bölümünde misafir öğretim üyesi olarak
bulundum, dersler verdim.
Daha önce Kırım’a gitmiştim, ancak Kiev’de ilk kez bulunacaktım. Ukrayna kültürünü, edebiyatını tanımak adına büyük bir fırsattı benim için.
Konuyla ilgili çeşitli makaleler okumaya başladığımda hiç beklemediğim ayrıntılarla karşılaşmaya başladım. Meğer Ukrayna Türkiye ilişkilerinin edebiyat bağlamında ne kadar çok bilmediğimiz ayrıntı varmış.
Kiev Millî Dilbilim Üniversitesinden Doç. Dr. Mariana Bondar’ın “Türkiye ile Ukrayna Arasındaki Edebiyat Bağları (Sanatsal Eser Çevirileri: Geçmişteki ve Şimdiki Durum)” başlıklı makalesi bu konuda çok faydalı bir yayın. Bondar’ın kaleminden öğreniyoruz ki 1920’li yıllarda “ulusal kurtuluş mücadeleleri teması, Ukrayna’da da son derece ilgi gören, güncel bir tema”dır. O yıllarda Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve
Halide Edip Adıvar’ın eserlerinden bazıları Ukraynacaya çevrilir.
Ayrıca Ahmet Haşim ve Mehmet Emin Yurdakul gibi şairlerden seçilen şiir örneklerine yer veren Çervonıy Şlyah adlı dergi (1923-1936) 1930 yılında Türkiye-Ukrayna özel sayısını yayımlar.
Türkiye’de ise Hayat dergisi 1927 yılında Taras Şevçenko’nun Zapovit (Vasiyetname) adlı eserinin çevirisine yer
verir.
Taras Şevçenko (1814-1861) Ukrayna halkı için millî bir kahraman. Hâlâ adı etrafında
büyük bir sevgi ve saygı halesi yaşıyor.
Kiev’de bulunduğum sırada, Taras Şevçenko Müzesini rehber eşliğinde gezme ve bilgi alma şansı buldum. Şevçenko’nun hayatı türlü ızdıraplarla geçmiş; hapishanede yatmış, sürgün edilmiş. Maddi ve manevi sıkıntılar içinde yaşamış. Ressam ve şair olan Şevçenko, eserlerinde Ukrayna’nın millî dokusunu yansıtmaktan hiç vazgeçmemiş. Ayrı bir Ukrayna kimliği oluşması için çalışmış.
Üstelik daha çok ülkesi dışında, Rusya’da, yaşadığı halde bunu yapar. Ölümünden sonra arkadaşları onun vasiyetini yerine getirmek için yoğun gayret sarf ederler. Uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra, cenazesini Ukrayna’ya getirerek kendi topraklarında ebedi uykusunu uyumasını sağlarlar.
Taras Şevçenko ile aralarında önemli benzerlikler bulunan Nazım Hikmet, Ukrayna seyahati sırasında büyük hayranlık duyduğu Şevçenko’nun müzesini ziyaret edip onun kalemini görmek ister, ancak maalesef sağlığı iyi olmadığından kalemin bulunduğu bölüme kadar gidemez. Onu bir sandalyeye oturtan müze müdürü, inisiyatifini kullanarak kalemi muhafaza edildiği yerden alıp getirir ve Nazım Hikmet’e gösterir.
Şair bu karşılaşmanın sonucunda sevgi ve yakınlık duyduğu meslektaşı, kader ortağı için 1956 yılında bir şiir yazar.
Şevçenko’nun Kalemi adını taşıyan bu şiirden, Kiev ziyaretim sırasında oradaki üniversite hocalarına ve öğrencilerine bahsettim. Çok şaşırdılar ve memnun oldular. Şiiri bildiklerini sanıyordum, ama daha önce duymamışlar. Onlar için de benim için de çok anlamlı bir paylaşım oldu. Adeta yıllar yıllar sonra iki şairin ruhu aynı noktada yeniden buluştu. Hem de Taras Şevçenko’nun adını taşıyan üniversitede…
Üniversitenin Türkoloji bölümü hocaları ve öğrencileri adeta birer Türkiye gönüllüsü gibi hareket ediyorlar. Tudora Hanım’ın bana rehberlik etmesi için görevlendirdiği Tanya ile Kiev sokaklarında gezerken aramızda geçen şu diyaloğu hep hatırlayacağım:
“-Hocam sizden bir şey rica edebilir miyim? Eğer Türkçe konuşurken bir yanlışım
olursa lütfen düzeltir misiniz?
-Tabi olur, Tanya, ama gayet güzel konuşuyorsun Türkçeyi.
-Ben Türkçeye âşığım, o yüzden çok güzel konuşmak istiyorum. Hatalarımı söylerseniz
size minnettar olurum.”
Tanya’nın üslubuna, kullandığı kelimelere şaşırıp kaldım. Bir ara telefonunun ekranına gözüm ilişti. Türk bayrağı vardı! Dilimize, kültürümüze duyulan bu ilgi, sevgi ve hayranlık karşısında çok etkilendim. Çorum’a dönünce ders verdiğim sınıflardan birinde, öğrencilerime yaşadığım bu anıyı anlattım ve onlara telefonlarında duvar kâğıdı olarak ne bulunduğunu sordum. Yaklaşık elli kişilik sınıfta sadece bir öğrencim Tanya ile örtüştü.
Elbette bu örnek tek başına büyük anlamlarla yorumlanmamalıdır.
Önemli olan yürektekidir, hissedilen ve hayat tarzı haline gelendir. Yine de Tudora Hanım’ın söylediği şu sözleri hatırlamadan edemiyorum: “Hocam, Türkiye’de Türk olmak kolaydır, önemli olan buralarda Türklüğü
yaşayabilmek ve yaşatabilmektir…”
Kiev’de tanıştığım kişilere Çorum’dan geldiğimi, Hitit Üniversitesinde çalıştığımı
anlattım. Çorum’un onların tarihinde bir yeri olduğunu söylediğimde çok şaşırdılar, merak
ettiler. Açıkçası bu bilgiyi ben de gitmeden kısa bir süre önce tesadüfen öğrenmiştim. Eğitimci-Yazar Abdulkadir Ozulu Beyefendi’ye telefonda, yakında Ukrayna’ya ders vermeye gideceğimi söylemem Hocamızda bazı çağrışımlar yaptı ve Çorum gazetesinde Çorum’a Ukrayna’dan bir heyetin gelişinden bahsedildiği bilgisini paylaştı benimle. Hakikaten Çorum gazetesinin 1921 yılı sonu ile 1922 yılı başlarına ait sayılarında konuya dair ayrıntılar vardı.
Söz konusu dönemde, Çorum’a Ukrayna Cumhuriyetini temsilen 25 kişilik bir heyet gelir. Trabzon, Samsun yoluyla Çorum’a ulaşan ve Çorum’dan Ankara’ya doğru hareket eden heyet, Ankara’da Mustafa Kemal Atatürk’ü ziyaret ederek ona ülkelerinin dostluk mesajını iletirler. Heyet Ankara’da bir müddet kalır.
Şereflerine düzenlenen yemekte, Ukrayna hariciye komiseri ve başkomutanı General Furunze ve Mustafa Kemal Paşa birer nutuk irad ederler. Konuşmalarda iki ülke halklarının birbirine yakınlığı ve dostluğu vurgulanır.
Furunze, Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar ne kadar buhranlı olursa olsun, Karadeniz’in diğer tarafındaki sadık dostlarını hep hatırında tutması yönünde güvence verir. Ukrayna heyeti dönüş yolunda yine Çorum’da mola verir.
Tahrirat Müdürü, Belediye Reisi, Liva Komiseri ile bazı Belediye azaları ve askerden bir grupla Un Fabrikası civarına kadar gidilerek heyet karşılanır.
Furunze ve maiyeti, Çorum’da iki gece kalırlar ve her iki gecede de şereflerine, 30 kişilik ziyafet düzenlenir. Çorum Mutasarrıfı, yemek esnasında bir selamlama konuşması yapar. Ukrayna ve Türkiye arasındaki dostluğu vurgulayarak “Ukrayna milleti ve hükümetinden en müşkül ve buhranlı zamanlarda gördüğümüz hayırhahlığı biz Türkiyeliler hiçbir zaman unutmayacağız ve daima Ukrayna’yı aziz Ukrayna hükümeti ve milletini lisan-ı
hürmet ve sitayişle yâd edeceğiz” (Çorum, 23 Ocak 1922, S. 39, s. 290) diyerek desteklerinden dolayı General Furunze’nin şahsında tüm Ukraynalılara teşekkür eder. General Furunze ülkesine döndükten sonra Anadolu’daki millî mücadelenin büyük bir kararlılıkla sürdürüldüğünü ve Türk milletinin mutlaka zafere ulaşacağını ifade eden beyanatlarda bulunur.
Nazım Hikmet’in “kapısından girer girmez sevdalandığı Kiev şehrine” büyük şairden tam 60 yıl sonra gitme şansı buldum. İstanbul’dan yola çıktığımda çok uzak ve farklı bir yer hayal ediyordum, öyle olmadı. Hiç yabancılık çekmedim, tıpkı şairimiz gibi ben de ekmeğini yiyip suyunu içtiğim bu toprakları ve insanlarını çok sevdim. Yaşadıklarım karşısında çoğu kez şaşırdım, çünkü hep tanıdık izler vardı etrafımda. En başta da “ses bayrağımız”
Türkçemiz, Türkoloji bölümü sayesinde genç Ukraynalıların dilinde… Kalbinde…
Ne büyük mutluluk! Sözlerimi Nazım Hikmet’in şiiriyle noktalarken zihnimde daha nice güzel anılar
anlatılmak için sıra bekliyor.
Bakalım ne zaman, nerede…
Şevçenko’nun Kalemi
Kapısından girer girmez
O dakka, o saniye
Gözlerini görür görmez
Birden sevdalandım Kiyef şehrine.
Kat be kattır yamaçları
Gelinlerine benzer, ağaçları
Ak topuklarını döver saçları
Birden sevdalandım Kiyef şehrine.
Yaşı bin iki yüzden artık,
O mu yanıp yıkılmadık.
Yüzünde ne buruşuk, ne kırışık
Birden sevdalandım Kiyef şehrine.
Mavisi İstanbul’uma benzer
Yeşili Bursa’mdan eser
Oturmuş da şiir yazar
Birden sevdalandım Kiyef şehrine.
Kapısından girer girmez
Şevçenko karşıladı beni
Gözlerini görür görmez
Eğildim, öptüm elini.
Oturduk aynı sofrada, ekmeğimi yedim
Dnepr’in suyunda yüzümü yudum,
Ustam, bahtı karalığı bilirsin dedim
Arzettim memleketimin halini.
Konuştuk şiir üstüne
Yüreğim gibi dedi, yana yana
Şiir düşmeli, dedi, halkın önüne
Verdi bana kalemini.
Nazım Hikmet’