Doç.Dr.Tudora Arnaut
Ukrayna Gagauzlar Birliği Başkanı
- I.
Yazıma başlamadan önce..
Bir olayı aydınlatmak için birçok gazeteci çeşitli kaynaklara baş vurur, olay yerlerine gider ve büyük heyecanla kendi yazılarında okurlara sunar. Daha sonra ise yazdıklarının etkisi ne derece tesir etti diye yorumlardan araştırmaya başlar..
Benim ise bu yazıyı yazmam için bir türlü elime kalem gelmedi. İçim cayır cayır yanıyor, günlerce , hatta bir aya yakındır beynimde bir tane değil, birkaç tane yazı yazdım ve kendi kendime okudukca tüm içimdeki duyguları, acıyı, öfkeyi, haksızlığı yansıtamadığımı hissedip yeniden sildim ve yine yazdım durdum..
Bu konuyu yazmak gerçekten çok zordur benim için, çünkü bu konu : dünyada birkaç halka yapılmış olan genosit konusudur; sırf milli, Türk geleneklerinin ve yaşam tarzının vermiş olduğu eğitim terbiyesinden insanı afetme duygusuyle dolu olan ve yeterince vahşeti, insanlık dışı dramını, tam adıyle genosidi dünyaya, dünya basımına duyuramamanın konusudur; konu insanlık dramı ve tüm Türk dünyasının ortak acıyı paylaşma konusudur; konu bu yapılanlardan ders alma ve Türk dünyasının birlik içerisinde olma konusudur.
Benim için bu konuyu yazmak gerçekten çok zordur, çünkü 1990 yılında Rus tankları Baku’nün Azadlık Meydanı’na girdikleri zaman ben o dönemde Bakü Devlet Üniversitesi Doğu Dilleri Fakültesi’nin birinci sınıf öğrencisiydım ve bu ülkeye giden ilk Gagauz Türkü’ydüm. ‘Azadlık!’ , ‘Azadlık!’ sesleri ile ancak kendi hükümetine değil, dünyaya seslerini duyurmaya çalışan halkın arasına, o meydandakı kürsüye ben de çıkan ve Gagauzlar’ın Azerbaycan kardeşlerimizin yanında olduğumuzu söyleyen ve o meydanlarda geceleyen,ve en acısı o ki, o meydanda azerbaycanlı kardeşlerimin vurulduğu haberini alan biriydim..
Bu olayları yıllar önce ‘Anama mektuplar’ adıyle hazırlamış olduğum kitabımda yansıtmıştım. Kitap da hazır, ancak baskıya vermesi kalmıştı..fakat yıllarca onu baskıya veremedim, hep birşeyler beni tuttu durdu. Daha ki, 1989 yılında Zagulba’da düzenlenmiş olan ilk Türk Dünyası toplantısında tanıdığım değerli dostum, kardeşim Ekber Goşalı’dan aldığım davete kadar. Bu kısa ve çok büyük anlam içeren davette ‘5-11 Kasım 2012 tarihlerinde Bakü’de Dünya Türk Genç Yazarlar Birliği (DTGYB) önderliğinde , Azerbaycan Cumhuriyeti Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı Gençlik Vakfı ve diğer kurum ve kuruluşların desteği ile hayata geçireceği “Geldik, Gördük, Yazdık” Projesi’ bildiriliyordu. Tabii ki , ilk önce ben Gagauzlar’dan katılabilecek nitelikli genç gazetecileri önerdim. Bizden iki kişi katılacaktı. Daha sonra ancak benim gitmemin gerekliliği ortaya çıkınca hazırlıklar başladı.
Azerbaycan’a 15 yıldan fazla gitmemiştim..beni büyük bir heyecan bastı ve hazırlıklar başladı.
İki tane farklı Bakü
Herbir ülke refağa ulaştıktan sonra kendini geliştirir ve halkın sosyal yaşam düzeyini yükseltmeye çalışır, demokrasi yolunda hızla ilerler. Bu ülkenin o anki yöneticileri bu konuda olumlu adımlar atarlar. Fakat hala da savaş içerisinde olan ve 3 milyona yakın göçmenleri ile varolan Azerbaycan’da gördüklerim savaştan çıkmış veya hala savaşta olan halklara örnek olacak düzeydeki ülkedir.
Bizde Gagauzlar’da bir söz vardır: ‘Ev sahibin titizliği evin eşiğinden bellidir’. İşte, Baku’ye Haydar Aliev Havaalanı’na uçakla ulaştıktan sonra benim için evin eşiği burası olmuştu. Son derece modern ve yüksek düzeyde donanımlı Havaalanın içi mimari yapısıyle tam bir klasik yarı Kafkas, yarı Türk ve Doğu ruhunu içermiş yuvarlak bir binaydı. Bakü beni ılık ve esrarengiz bir hava ile karşıladı. Hatta, dikkatimi çeken başka bir husus da o ki, bir ara birkaç kişinin sıgara çektiklerini ayrı , cam şişeyle kaplı çağdaş dizaynlı bir odaya girdiklerini ve burada sigara içtiklerini, havaalanı salonunda ise sigara dumanının hic hissedilmemesiydi. Bu gördüklerimle, benim aklımda kalan 1989 yılında her köşede sigara izmaritleri ve bavulları ile uca köşelere çömelen yolcular gitmiş yerine son derece modern ve biraz da kendilerine has ve şık tarzdakı insanlar gelmişti. Yani dünyaya ayak uydurmada Azerbaycanlı kardeşlerimizin zirveye çıktıklarını görebilirsiniz.
Bizi teşkilatın hazırlık komitesinden Aynur hanım karşıladı ve orada Irak Kerkükleri’nden benden önce gelen Şemsettin Küzeci’ arkadaşımızı da alıp yolumuza koyulduk.
Artık benim söyleyecek sözüm de yoktu. İçimde öyle bir heycan vardı ki , tarif edilmesi zordu. Bir yandan ben burada bıraktığım o ruhu arıyor, gecenin karanlığında tanıdık yerleri, caddeleri seçmeye çalışıyordum, diğer yandan ise modern , ışıklı bina ve caddeleri ile , tertemiz ve düzgün yolları ve tam bir sanat şehrine dönüşmüş şehir ile karşılaşıyordum yol boyunca. Bizi araba ‘Modern’ adlı otele götürdü. Bu otelin sahibi bir Türkiyeli iş adamı, çalışanları ise azerbaycanlılarmış diye bilgi verildi bize.
Burada bizleri Ekber Goşalı ve ekibi samimi bir şekilde karşıladılar ve ben burada bu proje için gelen Başkurtistan, Özbekistan, Turkmenistan, Kazakistan, Bulgaristan, Türkiye, Romanya, Kırgızistan, Irak Türkmenleri , Makedonya ve Kırım’dan dostlarımızla tanıştım.
Karanfiller bana hep ölümü hatırlatır..
Pazartesi sabah ilk ziyaretimiz Azerbaycan’a hizmet etmiş aydınların, ‘sanatkarların’ mezarlığına ziyaret oldu. Burada bizi Azerbaycan Milli Meclisi’nin milletvekili Ganire Paiayeva karşıladı. Sürekli uydu anteniyle Kiev’den izlemiş olduğum bu milletvekilini merak etmiyor da değildim. Yıllarca kendi devletini savunan, milliyetçiliğinin tam bir örneğini samimi ve bilgili açıklamalarıyle ulusal ve uluslararası arenada temsil eden, büyük de sempati toplayan bu bayanı görmek benim de arzumdu. İşte çok zarif ve zayıf , uzun boylu bir bayan karlışadığında gördüklerimin gerçekçi payı doğrulanmış oldu. Kendisi bizi teker teker selamladıktan, halhatıramızı sorduktan sonra heykellerin yanına götürdü. Burada Haydar Aliyev’in anıtını ziyaret ettikten sonra ünlü klasiklerin, aydınların anıtlarını da yakından gördük, hayatları, yaptıkları hizmetleri hakkında bilgi sahibi olduk. Bu anıtları ancak kendi milletini, aydınlarını gerçek maanada seven, sayan ve önem veren bir ülkenin hükümeti, devleti dikebilir. Gerek sanat bakımından , gerek ise görkemlilik açısından tam birer şaheserdir bu anıtların herbiri. Her birinin sanki canlıymış gibi bir heykel yapılışı var. Belli ki bu heykeltraş ustaları gerçek bir usta ve milliyetçiliklerini eserlerinden aksettiren şahıslardır.
Ziyaretimizin devamında ‘Şehitler Hiyabanı’ oldu. Buraya yaklaştıkça kalbimdeki ağrı daha da çoğaldı, yaşlarımı tutmak artık mümkün değildi..zira burada yatan şehitlerinin hikaylerini birçoğunu biliyordum ve gözümde o 1990 yıllar canlandı. Rus tankları meydanda üstümüze geldikçe meydan inlemeye başlamıştı. Bazı tankların tepesinde genç, korku dolu gözleri ile duran sarışın, Rus askerler vardı. Meydan ‘Azadlıg, azadlıg’ ! tek ses olup da haykırdıkça onların gözlerindeki korku ikiye katlandı..Fakat, Rus hükümeti ve yandan sürekli kışkırtılan Ermenistan yaptıklarını yaptılar ve emirler verilip kanlar o meydanda akmaya başladı..kulaklarımdakı tank uğultuları hala da vardı..
İşte, Şehitlik ziyaretinde basına açıklama yapan Azerbaycan Uluslararası Avrasya Enstitüsü Başkanı Sn.Ganire Paşayeva, “Karabağ sorununun çözümünde ve bu sorunun tüm dünyaya duyurulmasında ortak hareket etmeliyiz, 12 ülke ve topluluktan katılanlar, Azerbaycan’ın gerçekliklerini yakından tanıyacaklarını” kararlılıkla açıklamaya başladı. Karabağ ve Hocalı soykırımının Türk Dünyası’nın ortak problemi olduğunu vurgulayan Paşayeva, bu sorunların çözümünde ve Hocalı soykırımının dünyaya tanıtılmasında ortak hareket edilmesi gerektiğinin üzerini çizerek “Burada yatan tüm şehitler Türk Dünyasının şehitleridir” diye belirtti.
Burada gerçekten ancak Azerbaycan şehitleri değil, Türk Dünyasından Karabag’da canını veren Kazah, Kerkük, Özbek, Türk, Türkmen vs. kardeş halklarından yatan ve isimleri ile iz bırakan kahramanlarımızın adları altın harfler ile yazılıydı .
Herbir şehidin yanına gittiğimizde birer kan kırmızı karanfil koyuyorduk. Ancak bu karanfiller o günün dramını, genosidini anlatıyordu ziyaretçilere.
Ben karanfilleri 1990 yılından beri hiç sevmem..bana onlar hep ölümü hatırlatır. 1990 yılında Ocak ayında tüm şehir bu karanfillerle doluydu. Şehit olan anıtların üzerinde deste deste karanfiller vardı.
O dönemlerdeki olayları Ana şehitlik ’19 yanvar – kış ayı’ adlı şiirimle dile getirmiştim. Sanırım benim da şuan bu satırlardakı duygularımı ancan o şiirim aksettirebilir:
’19 yanvar – kış ayı’
Unutmaa isteerim o günü,
Kan gölcük, gölcük
Karanfillerin kokusunu,
Kimin beterinä öldük?
Açan türkü sesi işiderim
Sanêrım o meydan baarêr,
Gecä uykumda dua ederim,
Ölüler mezarlaa çaarêr.
Kim cuvapçı olacek
Gökler erä inendä,
Kim türkü, kim rusu başlıycek
Kabaatlı koyma mı tezdän?
Dualar boşuna geçmäz,
Boba yaşı erä düşmer,
Karanfiller yazın açmaz,
Yanvardän filize eşerer.
Unutmaa isterim o günü,
Patretleri küçücük,
Gidin mezarlaa her günü,
Toprak sızlêr, çatlıycek.
Dağlı Karabağ-Türk Dünyası’nın Ortak Problemi, ona hepimiz sahip çıkalım’
Bakü’nün merkezi ve en işlek yeri olan İçeri Şehrin yanındakı ‘Bulvar’ adlı meydanda tam adına yakışır Azerbaycan Atatürk Merkezi ‘bulunmakta. Çok güzel mimarisi ve Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurulma döneminde yapılan yüksek süslü tavanı ve yuvarlak yapısı tam bir Meclis havasını veren salonda “Karabağ-Türk Dünyası’nın Ortak Problemi” Uluslararası Konferans düzenlenecekti.
Azerbaycan’da, Atatürk Merkezi, TİKA, TÜSİAB, Avrasya Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü SB, Azerbaycan Cumhuriyeti Gençlik Yardım Vakfı, ATHEM ile ortaklık içinde 12 Türk Devlet ve Topluluğundan (Türkiye, Türkmenistan, Bulgaristan, Romanya, Makedonya, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Gagauz Yeri – Moldova, Başkurdistan-RF, Kırım-Ukrayna, Kerkük-Irak) 16 genç yazar ve gazeteci Azerbaycan’da bu anlamlı salonda yer aldık.
Basının karşısında açılışı yapan Azerbaycan milletvekili Sn. Ganira Paşayeva, konuşmasında;
“Bugün Türk Dünyası’nın her yerinden yazarların Bakü’ye gelmesi ve Azerbaycan Türkleri’ne sahip çıkmanızdan dolayı sizleri kutluyorum. Sizlere Azerbaycan topraklarına hoş geldiniz sefalar getirdiniz diyorum” diye konuşmasını şöyle devam etti, “Türk Dünyası’ndan gelen yazarların yeni bir bin yılın başında Azerbaycan’da toplanması çok anlamlıdır. Biz Türkler – dostluk ve sevgi hareketiyiz. Bizler tarih boyunca kendi kültürümüzün kıymetini pek bilmedik. Şimdi Türk ülkeleri istiklallerine kavuşuyor. İstiklalin korunması milli ve manevi güçlerin kuvvetlenmesine bağlıdır. Amacı Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ Problemi’nin Türk Dünyası’nın ortak problemi haline getirmek ve buraya gelen yazarların dili ile dünya kamuoyuna duyurmak olan bu toplantı, eminim ki, büyük sonuçlar doğuracak ve haklı Karabağ meselemizi Türkler’in gözlemleriyle dünyaya yansıtılacaktır. İşte değerli gençler bu gün TÜRK BİRLİĞİNE, Turan’a ne kadar ihtiyaç olduğunu bir kez daha ortaya çıkmıştır.” dedi.
Bu anlamlı girişten sonra Dünya Türk Genç Yazarlar Birliği Başkanı Ekber Goşalı , “Geldim, Gördüm, Yazdım” adlı projenin önemini anlattı ve misafir yazar ve gazetecilerin ülkelerine döndükten sonra Karabağ konusunda kaleme alacakları yazıların kitapta toplanacağını ifade etti. ‘Biz, sizlerle daha da güçlüyüz. Azerbaycan halkına yapılan zulmu sizin gördükleriniz ve yazacaklarınızla dünya gerçekleri görecek. Biz sizi katiyen yönlendirmeyeceyiz, biz sizi savaşın olduğu bölgelere götereceğiz ve siz kendi gözünüzle ne görecekseniz onu yazınız, gerçekleri kalemlerinize alınız’ diye vurguladı.
Bu konferansta ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Bakü Büyükelçiliği Kültür Müşaviri Seyit Ahmet Arslan, KKTC Bakü Temsilcisi Sadettin Topukçu, TUSİAB Başkanı Murat Bakır, Türk Cumhuriyetleri ve topluluklarından Türkiye, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Bulgaristan, Romanya, Kırım, Makedonya ve Irak’tan gelen temsilciler birer konuşma yaptılar. Her biri de konuşmasında bu toplantının anlamını belirtirken kendi ülkelerindeki yaşantılarıyla bağlamaya çalıştı. Konuşma sırası bana geldiğinde içim Azerbaycan’ın Kür çayı gibi kükremişti, söyleyecek sözlerime kelimeler bile yetersiz kalıyordu., çok doluydum. Yine de gözlerimin karşısında o 1990 yılında Ocak ayı günleri ve meydan vardı. O dönemde yabancılarla birlikte ve beşinci katta Gagauz talebelerin yerleştiği, 1- 4 katlarda ise azerbaycanlı erkek öğrencilerinin kaldıkları №5 Yabancılar Talebe Yurdu aklımdaydı. Ve dışarı çıkma yasağı olan saatte Azerbaycanlı kardeşlerimizin odalarında rus askerlerin el bombalarını didik didik aramaları ve bulduklarında o şahıslardan bir daha haber alamıyacağımızın farkındalığı , bu nedenle herşeyi göze alıp o çantayla el bombalarını kendi odamda saklamam ve buna benzer bir sürü olaylar hem beni o günlere götürmüştü hem de oradakı dostlarımla paylaşmama neden olmuştu. Konuşmamın sonunda ise şunu belirttim:
‘Sevgili kankardeşlerimiz. Bugün ne yazık ki biz birbirimizi tanıyoruz, fakat birbirimizden haberdar değiliz. Dünyaya yalan dolan ve kanıtı olmayan delillerle dolaşan Ermeniler herkezi Türkler’in kendilerine yaptıkları soykırımla inandırmaya çalışırken bu konu üzerine, onların en yakın dostu sayılan Rusya’dan Rus asıllı ve Çar Rusya tarafından Kafkasya’ya gönderilen V.Veliçko’nun 1900 yılında ‘Kafkaz’ adlı eserinden herhalde bihaberdirler… Bu ‘soykırım’ olayını ve Ermeniler’in bunu dünyaya ne şekliyle sunduklarını yüz yıl önce bu zat yazmıştır..
Biz dünyaya sesimizi duyurmanın yanısıra, birbirimizin tarihini ve bu tarihteki acı olayları da bilmek zorundayız. ‘Dost kara günde tanınır’. Kaçımız 1940 -1945 yıllar arasında Gagauzlar’da yaşanan aaçlık kurbanlarından haberdar? Kaçımız Bulgaristan Türkleri’ne yapılan vahşetlerin tam gerçeklerini araştırmış veya 30 yıl önceki Kazakistan’daki talebelerin isyanındakı sonuçlarını bilmekte?. Ne yazık ki bugun Dağlı Karabağ sorunu dünya trajedisinde en önemli sırada bulunması gerekirken dünya susmakta… Demek ki bu görev bize düşmektedir..’
Milliyetçilik bu olsa gerek!
Halkına, yaşadığın değerlere hizmet etmek istiyorsan, illa ki büyük ve görkemli ofisler kiralaman veya inşaa etmen , yüksek kürsülerde sürekli bulunman ve sırf gösteriş olsun diye de konuşma yapman da lüzumsuz. Yetek ki o alev içinde yansın, ‘Allah her zaman sana doğru yolu gösterir ve yanında olur!’
Bakü’de bulunduğumuz ikinci gün, bizim için hususi tahsis edilen otobüs akşam üzere bir Otobüs Garına götürdü. Bizi güler yüzlü bir adam karşıladı. Ekber Goşalı bizlere:’ Arkadaşlar, sizi ATHEM (Azerbaycan ve diğer Türkdilli Halkların Emektaşlık Merkezi) Başkanı sayın İlham İsmail ile tanıştırayım’ diye kısa bir giriş yaptı. Otobüs firma sahibi olan bu şahsın ofisi üç küçük odadan ibaret ve duvarlar ise bu Merkezin bugüne kadar yapmış olduğu hizmetler ile süslüydü. İlham Bey bize Azerbaycan’nın sesini tüm dünyaya duyurmaya çalıştıklarını anlatırken duvarlarda asılı olan Azerbaycan gerçeğini anlatan fotograflar bunun bir kanıtıydı. Bize verilen kitaplar ve broşürler de buna bir anlatıcı destekti. Bizlerin onuruna Ilham Beyın tarafından verilen yemek ise tam Bakü’yü sankı avucunun içine almış bir tepede bulunmaktaydı. Burası firmanın yemekhanesiydi. Kalın muşambadan yapılmış olan bu odanın baş duvarında ATHEM’in amblemi ve Tüm Türk Dünyası bayraklarından süslü bir kompozisyon vardı. Ev sahibi sofraya oturmadan önce de şunu dedi: ‘ Kardeşlerım, ben sizi Bakü’nün en güzel restoranında ağırlamayı düşündüm, fakat daha sonra bu fikrimden vazgeçtim. Siz o restoranların şatafatlılığını görürdünüz, fakat bizi, gerçek Azerbaycan’ı, türklüğümüzü göremezdiniz. Bu nedenle sizi kendi evimde ve adına ‘Otağ’ verdiğim bu mekanda misafir ettim.’
O akşam yemeğinde herkez yürek sözlerini sofrada söylemenin yanısıra Azerbaycan’ın 1990 yıllarında kurulan ve hiç yılmadan tüm Türk Dünyası’nda çok populen olan ‘Turan’ programına vermiş olduğumuz müsahibeler oldu. Bu programın kurucusu ve hazırlayanı Türk Dünyası’nda tanınan ve sevilen Zernişan hanımdı. Onu herkez ismiyle tanır! Güler yüzlü ve gerçek bir Türk sevdalısı olan, orta boylu, çok zarif ve güler yüzlü bu kadını ben Bakü’deki talebe yıllarımdan beri tanırdım. İlk defa Gagauzlar’ı programında o tanıtmıştı! Benim de onun programında ilk çıkışım olmuştu. O günden bugüne her görüşmemizde onunla konuşur, programına Gagauzlar ile ilgili müsahibe veriyordum.
Bakü’de bulunduğumuz gün çok önemli bir toplantıya katılmış olduk: ‘ Geçmişten Günümüze Azerbaycan ve Türkiye’de Vakıf Geleneği ‘Kardeş Yardımı’ Uluslararası Sempozyumu. Bu etkinlik Azerbaycan Diller Enstitüsü’nde TIKA, Azerbaycan Respublikası Gençlik Yardım Vakfı ve diğer kuruluşlar tarafından organize edilmiştir. Bu etkinlikte konuşan konuşmacılar Azerbaycan-Türkiye dostluğunun önemini vurgularken bunun kadim zamanlardan başladığını ve günümüzde de en yüksek seviyede devam ettiğini bildirdiler. Hatta son dönemlerde sınırların açılması ve televizyonun uydu şekliyle yayımlanması sonuçu Azerbaycan dilinden gittikçe ödünçleme şekliyle girmiş ve dilde kullanılan farsça ve arapça sözlerin yerine yavaş yavaş Türkiye Türkçesi’nde kullanılan ve Azerbaycan Türkçesi’nde unutulmaya yüz tutmuş asıl Türkçe sözlerinin dillerine geri dönmeleri de vurgulandı. Bu ve diğer örnekler Sovyet öncesi basılan ‘Kardeş Yardımı’ adlı kitapta da dile getirildiği de belirtilmiştir. Burada konuşma yapan Azerbaycan Yazarlar Birliği Anar 1999 yılında tarafınca hazırlanmış ‘Min beş yüz ilin Oguz şeiri’ adlı eserin ilk defa Bakü’de basıldığını ve bu eserin Türkçe’ye aktarılması tavsıye etti. Buradaki konuşmaları duydukça daha bir defa içimden bir ah geçirdim:’ Ne mutlu ki iki Türk halkın devletleri var, her yerde ana dilinde konuşabiliyor, kimseye muhtac değiller, serbestler, gururlular..!’
Fakat, anlamadığım da bir konuya değinmeden duramam. Türk Dünyasında diğer Türk Toplulukları’nın arasında en fazla sıkı ve bizlere kardeşliğinin gerçek örneğini sunan Azerbaycan nasıl olur da Türkiye’ye vize uygular?? Azerbaycan’a gelen sıradan vatandaşlar kardeşlerinin evine gelmek için vize uyguluyorlar…buna benim aklım ermedi..
Asırlarca ayrı yaşasak da biz Türk ağacın dallarıyız.
Ertesi gün son model otobüsle Tovuz iline yola koyulduk. Tovuza gitmek nerdeyse Azerbaycan’ın tamamını geçmek demektir, çünkü yol üzerinde birçok köy ve ünlü şehirler bulunmaktaydı.
Ben, özellikle 1990 yıldan beri Azerbaycan’ın Gazah ve Tovuz ilini çok merak ederdim. Sebebi ise, Türkoloji aleminde isim yapmış ve Türk halklarını araştırmaya Gagauzlar’ı Azerbaycan’a tanıtmakla başlamış olan Doç.Dr.Güllü Yologlu’nun Gazah’tan olmasıdır. Gagauzlar kendisini çok sever.Kendisi , Gagauzlar’ı Azerbaycan’a tanıtmakla kalmamış zamanında benım için de bir abla, bir rehber, çalışkan, Türk dünyasına sevgisini mertçe aksettiren ve biraz da erkek karakteri ile tanınan bir insandı. Onun keskin kalemi ise bilim ve basım aleminde birçoğuna keskin kılıç gibi görünmekte.
Bu bölgenin konuşması ise tıpkı benim köyümde ve Gagauz gramerinde ‘Komrat- Çadır lehçesi’ ne çok yakındır. Baku’de okurken ve Gagauz talebeleri kendi aramızda gagauzca konuşurken bazen bize sıradan halk sorduğunda ‘ay cavanlar, siz haradansız? Biz de şakayle karışık ‘ Gazahtanıg veya Tovuzdanıg’ diye cevap verirdik. ‘Biz de danışanda ‘geleriz, gideriz’ diye danışırıg dana’ dediğimizde soranlar şaşkın şaşkın bakıyorlardı. Yanı ben bir nevi ikinci yurt dediğim evime gidiyordum.
Şunu da belirteyim ki, ilk Bakiya bastığım andan itibaren çok hoşuma giden bir husus gözüme çarptı – o da yolların düzgün olması. Eski Sovyetler’in en büyük problemi düzgün olmayan yollar her zaman burada yaşayan insanın adeta bir bitmez acısı haline gelmişti, araba sürücülerin ise kanayan yarasıdır. Ben, ilk defa yolların cam gibi düzgün ve bakımlı olmasını ve yollarda erkeklerin arabanın altına yatıp da tamir etmenin yerine, yolları kontrol eden ve sürekli yol boyunca karşımıza çıkan çekiçli arabalarının gezdiğini 1993 yılında Türkiye’de görmüştüm . O an içimde şunu düşünmüştüm:’ Tabii ki bu tür güzel ve bakımlı yollarda bir kadına araba sürmek zor değil ki? Benim, bu ülkede kadınların araba sürdüklerine şaşmamak gerekir demek’. Zira çok sıklıkla kadınların da araba sürdüklerini gördükçe çok tuhafıma gidiyordu. Sovyet döneminde kadınların araba sürmesi çok nadir görünen bir olaydı, zira bu erkek işi diye sayılmaktaydı. Fakat, sistem nedense kadın erkek eşitliğini illa ki erkek mesleği sayılan mesleklere kadınları da teşfik etmeye çalışma anlayıiı ile yakınlaşıyordu ve bunu propagande ediyordu. Bunun sonucu sıkça rastlanan kadın tramvay sürücüsü, inşaatta badana boya yapan, vinç arabasında çalışan, sokakları süpüren, kapıcılık, bekçilik vs. zor mesleklerde çalışan mesleklerde kadınların çalışması kadın mesleği gözüyle bakılıyordu ve buna teşfik ediliyordu.
Şimdi ise Azerbaycan’ın tüm yollarını gördükten sonra genç kızlardan olgun kadınlara kadar araba sürdüklerine artık şaşmıyordum. Yolların kenarlarında ise su kanalların çekildiğini ve devlet emri üzerine en geç iki yıla kadar tüm Azerbaycan’ın ana yollarında ağaç dikilme emrinin verildiğini yerli dostlarımızdan öğrendik ve sürekli yol boyunca su kanalların yapıldığına tanıklık ettik. Köylere vardığımızda ise benim memleketimde ve özellikle Moldova ve Ukrayna’ın tüm köylerinde yama üzerine yama ve küçük çukurcuklarla dolu yollara hiç rastlamadık. Köylerde yol yapılmayan yerde bile çok büyük bir titizlikle çakıl döşenmişti.
Tüm halkların folklorunda mutlaka kısa fıkramsı deyimler vardır. Gagauzlar da kendi aralarında kendileri hakkında şunu hep derler: ‘ diğer halkların arasından Gagauz’u tanımak istersen , ilk önce onun evin yanında taş, çakıl, karılmış çamur var mı? diye dikkatçe bir bak. Eğer varsa mutlaka bu Gagauz’un evidir..!’ Şimdi yol boyunca gördüm ki, bu söz tüm türk dünyasına aittir, çünkü köylerdeki çoğu iki katlı taştan evler sürekli inşaat halinde ve evlerin yanında da bir yiğın taş duruyordu…Türk topluluklarından arkadaşlarım da benimle aynı fikirdeydiler ve hepsi sanki bir ağızdan, yol boyunca ‘ azerbaycanlılar da belli ki bizim gibi ömürlerini inşaatla geçiriyorlar. Biz avrupalılar gibi tatile çıkmayız, hep parayı sıkarız… ama elimize birkaç kuruş geçti mi hemen evimize yatırım yaparız. Bir yerlerini yıkar diğer yerini inşaa etmeye başlarız . hiç işsiz kalamayız ki’..
Örnek bir şehir- Tovuz!
Tovuz’a vardığımızda artık oğle saatiydi ve biz hemen Ayan Palac adlı otele gittik. Bu bölgede bu otel sanırım kimseyin hayal edemiyeceği güzellikte ve şıklıktaydı. 5 yıldızlı ve tam bir modern doğu kültürü stilinde yapılmış otel ve sarı altın kaplamalarla sanki bir saray havasındaydı.. . Ayan Palace’nın hemen altında Haydar Aliyev parkı ve az ilerisinde Tovuz Olimpiyat Spor Kompleksi’nin yakın olması da ziyaretçiler için bir ayrıcalıktı. Yemekten sonra Ağdam İlçesi (Quzanlı) bölgesine gelen bizler Uluslararası Avrasya Basın Fonu (BAMF) Başkanı Umut Rahimoğlu, Ağdam İcra Başkanı 1. Yardımcısı Zülfü Gasimov ve İcra Başkanı temsilcilerinin katılımıyla Bayrak Meydanı’nı ve Şehitler Anıtı kompleksini ziyaret ettik. Bayraklar Parkı adlı park ise bir milletin en önemli olan öğelerden birine – bayrağına saygısını simgelemektedir. Bugüne kadar Türk dünyası bayraklarlar süslü salon ve park görmüştüm, fakat çeşitli büyüklükte tek ülkesini simgeleyen bayraklar parkına rastlamamıştım. Gerçekten görmeye değer bir manzaraydı. Zaten dünyanın en büyük devlet bayrağı da Bakü’de bulunmaktadır.
Ayrıca bu şehirde bir de 8 bin yıllık tarih bulunmuştur ve yakınlarda tam sonuçlar bekleniyor Japonya’dan. İşte 8 bin yıllık tarih yakında ortaya çıkacaktır. Burada kazılar yapılmış üstleri örtülmüş, buraya açık bir müze yapılacağını bilgisi de bize verildi.
Bu yazımın bu kısmında azerbaycanlıların musafirperverliklerinden bahsetmek istemiyorum, zira birkimsey bir defa da olsa bu ülkeyi ziyaret etme fırsatını bulduysa, bu Türk milletinin ne derecede misafiri sevdiğini görmüştür. Hatta ben talebelik yıllarımda çok güzel bir geleneğe rastlıyordum: ‘bir Azerbaycanlı’nın evinde her zaman misafir için saklı bir köşede bir iki kilo pilavlık düğ (pirinç ) vardır ve misafir geldiğinde ona pilav pişirilirdi.
Zulmun bukadarı da olamaz kardeşım!
Bu ziyaret sırasında Tovuz valisi bize kısa tanıtıcı bir brifing verdikten sonra hemen hava kararmadan sınırdakı Alibeyli köye yola çıktık. Bizimle beraber Azerbaycan Milletvekili ve güçlü gazeteci kalemine sahip Ganire PAŞAEVA da vardı.zaten kendisi bizi bir hafta hiç yalnız bırakmadı, hep yanımızda ve sürekli bilgi veriyordu. Burada gördüklerimiz, savaş görmemiş veya ancak duymuş olan bir insanın algılaması için çok zordur…öncelikle otobüs bizi köyün tam sınırına götürdü ve bir yamaç çıkmaya çalışırken hemen köylüler yolumuzu kesti ve otobüsü durdurdu. İlk sözleri ise şuydu: ‘ Çok rica ediyoruz, otobüsü burada durdurun, karşıda Ermeniler’in menzilleri ve sürekli oradan ateş açılır. Sizin başınıza birşey gelmesin.’ Bizim durduğumuz yerin biraz yukarısında köyün okulu bulunmaktaydı. Bu okul sürekli Ermenistan tarafından Rus silahları ile vurulmakta ve duvarlar delim deşik. Okul tam karşıdakı ermeni keskin nışancılara açık olduğu ve herşey sanki avuçun içi gibi görüldüğü için bu okulu başka bir yere taşımak en iyi çözüm diye düşünür insan.Fakat, okulu başka bir yere taşımak niyetinde de değil köylüler. Tam aksine okulun kapısını buradan kapatıp bir kapı köye taraf yeni açmışlar. Bunun sebebini sorduğumuzda ‘ biz bugün bu okulda başka bir okula gidersek karşı taraftakı duşman bizim korktuğumuzu düşünür ve zaten sürekli saldırılara maruz kalan köyümüz tıpkı diğer köyler gibi boşaltılmak zorunda olur. Biz köyümüzden bir yere gitmek de istemiyoruz. Burada bizim dedelerimiz, mezarlıklarımız , bu bizim toprağımız. Bir etrafa bakın bu okulu nereye taşıyalım ki? Köyümüz açık avuç gibi her taraftan ermeni köyleri ile kuşatılmış gibi. Halbuki savaş öncesi bu yan köylerdeki ermeniler gelir bizim ilçede alış veriş yapar, sebzelerini bizden alırlardı, zira onların ilçeleri onlara çok uzaktı, fakat şimdi bize saldırıyorlar, topraklarımızı işgal ettiler! ‘
Gerçekten de köyün yerşelim yerine baktığınızda köy sanki bir yuvarlak tabak gibi ve etrafında yakın mesafelerle ermeni köyleri yerleşiyordu, şimdi ise oradakı köyler Ermeniler tarafından boşatılmış ve çoğunlukla ermeni askerleri ile rus askerleri ‘bekçilik ediyordu!’.
Daha sonra yanımıza bir ayağından vurulmuş orta yaşta bir adam yaklaştı. O, günün birinde ev avlusunda traktörünü tamir ederken vurulmuş ve hastaneye hemen kaldırılmasına rağmen sakat kalmış, ömür boyu topallayarak, değnekle yaşamak zorunda.
Ya bebeğin günahı neydi? Tam bayram gününde düşman tarafından nişancılar bebeği vurmuşlar. Bu bebeği göz yaşlarına bovularak tüm köy gömmüş. Bu tür provokasyonlar o kadar sıklıkla oluyormuş ki, artık halk buna pek da aldırış etmiyor. Biz bu bebeğin mezarına bari deyelim diye istedik ve yine köylülerin endişeri bakışları ile karşılaştık: ’ aman, öyle bir şeye sakın kalkmayın, zaten sizin geldiklerinizi onlar uzaktan çoktan görmüşlerdir, size birşey olmasını istemeyiz’. Bu endişeler beni çok duygulandırdı.
Bizim etrafımızda 2 yaştan tutmuş büyük yaşa kadar çocuklar koşuşturur oynarken, büyük yaşta insanlar zar zor ayaklarını atarken bu pırlanta kalpli insanlar bu duruma ‘ nasıl olsa alıştık, bu bizim yaşantımız haline geldi’ diye şakayle karışık söyler, bizi, misafirleri ise düşünür, bizim için endişeleniyorladı. Söyleyin bakalım, siz böyle bir yüksek medeniyet, insanlık daha nerede gördünüz? Gönül isterdi ki, Birleşmiş Milletler , İnsan Hakları Örgütleri barıştan, sülhtan bahsederken bir defa da olsa buraya gelsinler ve bu durumu bu insanların gözüyle algılasınlar.
Geçe yaşantılarını süren köy gördünüz mü?
Ağdam’dakı Hacallı köyü de bu köyden farklı değildi. Burada da dini bayramlar adeta matem havasına dönüşüyormuş ara sıra. Bir olayı payşayım sizinle. Köyde, evin avlusunda oynayan bir çocuk Ermeni nişancıları tarafından vurulmuş. Ardına ise genç ve kocası tarafından ‘ çocuğuma göz kulak olamadın’ suçlamasıyle kalan ve ana evine dönen genç ve gözyaşları hiç dinmeyen bir anne kalmış. Kardeşlerinin çocukları evin neşesi olurken o ise sürekli duvarda asılı çocuğunun resmine bakar durur… hayatı kararmış , bir gül gibi yüzü senmiş.
Bu olaydan sonra köy muhtarı 200 metre uzakta olan ermeni menzillerinden korunmak için sınır evleri, koruyacak kadar 3-4 metrelik yükseklikte taş duvar ördürtmüş. Bu duvar ancak evleri bir nevi güya korumakta ve sınırın o tarafına doğru bakan evin pencereleri da kapatılmakta.
Bu köyde beni sarsan haber ise sanırım ne Birinci ne de İkinci Dünya Savaşları’nda görünen bir durumdu. Bu köyün sınırda yaşayan ev sahiplerinin bahçeleri ve köyün tarlaları doğal olarak köy dışında ve Ermenilerin işgal etmiş oldukları sınırlara yakın ve o tarafa bakar. Bu insanlar sizce topraklarını ne şekilde kullanmaktalar? Tarlaya veya bahçelerine, ancak karanlık çöktüğünde herkez iş başına gider…gündüzden gözlerine kestirdikleri toprak kısımlarını gece el yordamıyle topraklarını eker biçerler…Traktörler, arabalar katiyen ışıklarını kullanmazlar, karanlık çöktüğünde sessiz is yapmaya çalışırlar. Köyün ışıkları da akşamları kesilir. Bu durum köylülerin düşmandan , karşı taraftan sürekli saldırıya uğradıklarından, korunmaya çalıştıkları bir durummuş…burada doğan bebeklerin yüzde doksanı ise prikolojik rahatsılıklarla doğar ve sürekli ağlarlarmış, zira hamile olan kadınlar bu ortamda sürekli bu bombardımanların sesleri ile yaşıyor…Hey insanlık, biz hangi devirde yaşıyoruz? Bu insanların günahları nedir? Zamanında kendi topraklarını dost bildikleri komşusuna verip de daha sonra bu zulma maruz kalmaları mı hakkettikleri?!
Ermenistan Silahlı Kuvvetleri’nin 1300 kez ateşkesi bozmuş ve sivil insanları, özellikle kadınları, çocukları, yaşlıları vurmuşlar ve vurmaya da devam ediyorlar. İnsanlarımızın kendi avlusunda, bahçesinde, evlerinin önünde, tarlada ve köyün neredeyse her yerinde güvenceleri yok ki.. Düşmanın nişancıları hiçbir kurala sığmayan vahşet saçmaya decvam ediyorlar.
Azerbaycan’da bu işgalin ve tecavüzlerin sonucu iki miyona yakın kişi göç etmek zorunda kalmış. 20 bine yakın insan katledilmiştir, 50 bin insan sakat kalmıştır. 5 bin insandan bugün halen haber alınamamaktadır.
Karabağ’da yol boyunca gittiğinizde kendi evlerinden çıkartılmış ve ailesini kurtarmak pahasına insanların eski tren vagonlarında yaşamakta olduklarını göreceksiniz. Yine de burada hükümetin kendi insanına sahip çıktıkları insana biraz da olsa teselli verir. Devletin tam 17 tane prefabrik şehircik yaptığını ve yapılmaya da devam ettiğini ve insanlara toprak paylandığını izleyebilmektesiniz. Zira bu bölgede fabrikalar nadir çalışmakta ve insanlar çoğunlukla tarımın yanısıra hayvancılıkla hayatlarını sürdürmekteler. Başka gelirleri de yok.
Fakat bu halka bu zulüm ilk defa yapılmamakta.
Daha çar döneminden itibaren Ermenileri kullanarak Ruslar tarafından Azerbaycan halkına karşı yapılan soykırımlar:
1) 31 Mart 1918 soykırımı- bugün resmi düzeyde Azerbaycan Türklerinin soykırım günü olarak anılır.
2) 20 Ocak 1990 Bakü katliamı – Sovyet tankları Bakü’de yüzlerce Azerbaycanlıyı katletmiş, Azerbaycanı dize getirmeye çalışmış, fakat sonunda çekilip kaybetmişlerdir.
3) 26 Şubat 1992 Hocalı soykırımı – Bu acımasız ve amansız soykırım, insanlık tarihine en korkunç toplu terör eylemlerinden biri olarak geçmiştir.
Hocalı trajedisi, yaklaşık iki yüz yıl boyunca Ermeni şoven-milliyetçileri tarafından Azerbaycanlıya karşı uygulanan etnik temizlik ve soykırım politikasının devamı ve en kanlı sayfası. Bu trajedi sonucunda tam 6 şehir ve binlerce köy işkal altında.
Guba’da kı toplu mezarlıklar .
Benim için çok değerli ve annem kadar sevdiğim azerbaycanın ünlü gazetecisi ve türk dünyasına sevdalı olan Ali Şamilov’un eşi Azize annem Guba’lıdır. Onun memleketine gideceğiz denildiğinde çok sevinmiştim. Çünkü sürekli kitaplarda okuduğum , Azize annemden duyduğum o cennet yeri görmekti arzum. Son seyahat günümüz Guba’ya yol aldık. Hava biraz da yağmurluydu. He, dışarıda artık Kasım ayı ve son baharın son güzellikleriydi diye düşünürdü herkez!. Yol boyunca gerçekten doğa turizmi için mükemmel bir yerdi gördüklerimiz. Havası temiz, tabiati zengin , çok da tarihi ve şirin bir yerdi Guba. Fakat toplu mezara vardığımızda gördüklerimiz karşısında kanım dondu… Buradakı toplu mezarlarda ancak azerbaycanlıların değil, burada yaşayan yahudi ve diğer halkların da cesetleri bulunmuştur. Şimdi bu yerde açık hava müzesi yapılmaktaydı. İşte, Sovyet döneminin bu halka bıraktığı bir ‘ ibret tablosu’, zira o dönemde bu katliyamın başında sovyet rejimine hizmet eden komutanlar yine ermenilerdir. Bu bilgiler de resmi belgelerle burada sergilenmiştir.’
Guba’dan ayrılırken şu mısralar beynimdem süzüldü:
Büülärdi havasınnan ruhumu Guba
Bırda kısmetliydi uyanmaa sabaa
Her yer eşilikti, güneşin telleri sarmıştı onu,
Ama akardı gözünden bir damla yaş nasın tolu
Boynuna bir taş asılı durardı asırlar boyu
Toplu mezarlar çürütmüştü bu nazlı kuytuyu
Karartmıştı duşmannar kasabanın tenini
Beklerdi dooruluk uzatıp o temiz elini,
Büülü havasınnan çaarardı doorulaa, insannaa Guba!
İşte bir haftalık seyahatimiz sonuna geldi. Buradan elbet her birimiz ayrılacak, başka başka uçaklara binip memleketlerine gidecekti. Fakat gördüklerimiz mutlaka kalbinin sesiyle kalemlerle yazıya dökülecekti. Bu yazılar büyük uzmanların analetik yazılarına benzemiycecekti. Bu yazılar ilk defa Türk gençlerinin farklı coğrafyalardan gelip da tarafsız bakışları ile, kendi gözleriyle gördüklerini yazmak olacaktı. Bu yazılarımız tıpkı Azerbaycan Milletvekili ve büyük Türk sevdalısı, şair, gazeteci Ganire Paşayeva’nın dediği gibi ‘ bir elin nesi var, iki elin sesi var!’ sözleri ile birliğimizi daha da güçlendirecekti.
Azerbaycan dünyaya artık bizimle de sesini duyuracaktı!
Son.